Uyuyamıyorum arkadaş. Bunu uyuyana kadar yüzlerce kere yazabilirim. Uyuyamıyorum arkadaş, uyuyamıyorum birader, uyuyamıyorum ulan ! Türlü türlü derdimiz, türlü türlü sıkıntımız var. Hayır kendi özelimde konuşmuyorum. Etrafıma bakıyorum da bir tane bile mutlu insan göremiyorum. Yok arkadaş, bir tane bile yok. Böyle uzaktan hayatı eğlence olarak gördüğünü sandığın birisine yaklaş biraz, göreceksin ki o adam da rol yapıyor esasen. Dışarıda giydiği bir maskesi var o adamın ve odasında yapayalnız...
Bir röportajımda kadın yazarlar soruldu, Nuray Mert, Perihan Mağden, Vivet Kanetti, Kırıkkanat, hatta Meral Tamer, bu son ismi yazmamışlar, önemlidir, dedim. Röportajı yapan, peki Ayşe Arman, Pakize Suda diye araya girdi, “tenezzül etmediğim isimler üzerinde laf söylemek zorunda bırakmayın beni” dedim…
buraya bakarlar

Bu cümle kalıbını bilmeyen yaşıtımız yoktur sanırım. Gazozuna oynadığımız mahalle maçlarının beylik cümlelerindendir. Rakip takım oyuncusu pataküte hücumdan sonra bizim kaleye gelir, topu da ağlarımıza -ne ağı lan mahalle maçında?- gönderir. Bir sevinç yumağı oluşturup, “nasıl da koyduk” makamından bir türkü çığırırken tam da o sırada bir karışıklık hasıl olur ya da oldurulur, “ne golü lan, taşüstüydü” denir. Rakip takımın fuleli forveti “kabak” gibi gol...
“Buraya artık kimse yazı yazmıyor” dedi küçük. “Herkes büyük sitelere gitti yorum yapmak için. Blogu, forumu altın diyorlar büyük siteler için…” Herhangi bir Fasulyeden hüznün ilk cümleleri bunlar olabilir miydi bilmiyorum ama kimsenin bir yere gittiği yok aslında. Türlü türlü forumlar, cıvıl cıvıl bloglar, envai çeşit pazarlama teknikleri ile salınıyorlar salınmasına da, kendimiz olmak ve kendimizin olması başka birşey bee… Bugünlerde burayı boşlamış olmanın...
Ödülün ne akla hizmet, hangi seçici nitelikler ışığında verildiğine dair pek bir bilgim yok açıkcası. Daha önce kimlere verildi, bu adamlar dünya penceresinde hangi saksıda çiçek açıyorlardı bilmiyorum. Edebiyat dünyasına pek te aşina değilim.
Ancak beni rahatsız eden başka bir şey var bu hususta.
Felek çemberi daraldıkça daraladursun şu yorgun kent yeni bir sonbahara daldı tam da orta yerinden. Kendi sonbaharına elbette. Bu şehirde mevsimler bizim değil çünkü, biz figüranlarıyız bu oyunun ve sıramızı bekleşiyoruz otobüs duraklarının ortak bölenlerinin en büyüğü arasında… İstanbul’da… Yaz, kış farketmez tabi otobüs durakları ve bilakis durakların sadık aşıkları otobüsler için. İçindekiler için de belki, bilmiyorum. Ama mevsim demek yeni bir amaç demektir bu şehir için...
Avrupa’da “İngilizliği”, “Finlandiyalılığı” aşağılama gibi bir suçun olmadığını anlatan Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, Türkiye’de bu yönde bir suç bulunduğunu dile getirdi. Türklüğe hakareti cezalandıran TCK’nın 301. maddesinden 70 dava açıldığını anımsatan Rehn, bu davaların çoğunun beraat ile sonuçlanmasına rağmen AB olarak 301’den kaygı duyduklarını ifade etti. Rehn, özellikle Hrant Dink davasından endişeli...
Her iktidarın kendi zenginlerini yaratmasına alışığız biz Türkiye olarak. Cem Uzan’lardan, Mehmet Emin Karamehmetler’den fazlasıyla aşinayız bu duruma da kendilerini ahiretteki refaha kilitlemiş, hayat görüşünü buna göre belirlemiş bir iktidarın yine aynı kesimden zenginler yaratmasına şaşırmadan edemiyoruz. İslam’da rönesans hareketini kefene cep dikerek başlatıcaklar belli ki… Ehh, buna da şükür bu kadar beklemişken, di mi?
Son Mudahaleler