11. Uluslararası İstanbul Bienali 12 Eylül’de başlıyor. Bienal’in bu yılki kavramsal çerçevesi “İnsan Neyle Yaşar?” Bana sormadıklarının farkında olmakla birlikte, cevap vermeden de duramıyorum işte. İnsan, hayatına biçilen değer kadar yaşar, daha fazlası değil. Ve bu coğrafyada insan hayatı ucuz, ölmek ise bedavadır. Dün onlarcası öldü, bugün de ölecek; bu yarın da olacak, onlar yarın da ölecek! Bak ne diyorum, sıra bize gelene kadar, her gün birileri ölecek… Çaresi yok bunun…
Gece sabaha karşı evin içinde patlayan flaşlarla uykum bölündü. Saat 5 civarı. Uyku mahmurluğunu atıp gözümü biraz aralayınca, odanın içinde flaşların patlamadığını, birer ikişer dakika arayla şimşeklerin evin içini aydınlattığını farkettim. Ama öyle patlıyorlar ki, sanki apartmanın 100 metre üstünde, öyle bir aydınlanıyor evin içi, ve arkasından gelen gürültüyle öyle doluyor oda.
buraya bakarlar

Sene 2009. Yazın sonları, sonbaharın da ilk günlerini yaşıyoruz. Kent İstanbul. 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmiş. Gururluyuz. Mart ayında yerel seçimini yapmış, son 5 senesinde koltukta olan bir ismi ve de kadrolarını tekrar yönetime geçirmiş bir kent. Sene 2009. Kent İstanbul. Yer Basın Ekspress Yolu. Kent ulaşımının can damarlarından birisi. Havaalanına giden yol. Kentin batısını, merkeze taşıyan yol. Mevzu iki gün yağmur yağması. Mevsim normallerinin üzerindeymiş. Tekirdağ’da ölüler...
Maliye Bakanlığı’nın Doğan Yayın Holding şirketlerine tarihi bir vergi cezası verdiği gün, Hürriyet Gazetesi’nin –şahsım adına- en okunası yazarı Bekir Coşkun’un istifa haberi geldi. Medyatava farklı birkaç kaynaktan haberi doğruladığını açıkladı. Yine Hürriyet, yine ilginç bir zamanlama… Hatırlayanlar olacaktır, yine Doğan Holding şirketlerinden Petrol Ofisi’ne EPDK tarafından yine çok ciddi miktarlarda ceza verilmiş, aynı gün Emin Çölaşan kovulmuştu. Dün de 3.8 milyar TL vergi cezası...
Uçaktan indiğim an karşıma çıkan çöl sıcağı başlarda beni maçın havasına sokamasa da sonrasında gazeteci edasıyla siz Fasulyeden okurları için maçtan notlar almaya başladım. Maçın önemi malum sol vurgusu ve işçi kardeşliği olduğundan sahadaki futbolla alakalı bir şey demeye gerek yok; zira sahada futbol yoktu. Peki neler vardı bu atmosfer içinde gelin beraber kurcalayalım.
Çok sevdiğim bir dostum yakarıyordu; “Başsız kaldık ağabey…” derken gözünde alevlenen o hüzünle harmanlanmış isyan, bir yüce dağı delik deşik edebilecek kudrete haizdi. Fakat çaresizliği vücut diline yansıyor, elleri başının üzerinden yüz hatlarından bir çarşaf gibi kayarak parmak uçları çenesinin altında birleşiyordu. Üşüyordu. Soğuktan değil, yalnızlıktan üşüyordu.
Fenerbahçe Futbol Okulu öğrencilerinden Ali Duran Örnek antreman sırasında göğsüyle kontrol ettiği bir topun ardından yere yığıldı. Hastaneye yetiştirilmeye çalışılan minik kardeşimiz ne yazık ki kurtarılamadı ve bu küçük yaşında Fenerbahçe formasını kendisine kefen yaptı. Minik kardeşimize Allah’tan rahmet, kederli ailesine de –her ne kadar yetersiz de olsa- başsağlığı dileriz. Bu büyük acının yanında lafı edilir mi bilmiyorum, ancak kulüp yönetiminin yaptığı açıklama da başka bir üzüntü...
Toplumsal iletişim son derece önemli. Neden? Toplum içinde iletişemiyorsan, sosyal bir varlık olmaktan uzaklaşıp, hayvanlığa doğru yol alıyorsun. Bu da hayatı oldukça zorlaştırıyor; hem senin, hem de etrafındakiler için. Çok da umrunda mı peki? Zaman zaman hayır. Nezaket sahibi, ince ruhlu bir insan olmadığımı kimseye atlatmama lüzum yok sanırsam. Lakin bildiğin bir öküz de değilim. Sabrım zorlanmadığı sürece…
Son Mudahaleler