Başbakan’ın yeğeni Mehmet Erdoğan 50 kilo esrarla yakalanmış. 10-11 kişilik çeteymiş bunlar. Torbacılara dağıtıyorlarmış esrarı. Adli bir vaka neticede. Lakin kafama takılan birkaç detay var, onları deşelemeden içim rahata ermeyecek. Birincisi olay medyaya başbakanın “Gereğini yapın” talimatı vermesi yönünden yansıdı. Yani başbakan “örnek” bir tavır sergilemiş, ikinci derece akrabasını koruyup, kollamamış, onu adalete teslim etmiş. Benzeri durumlarda benzer makam sahiplerinin nasıl tavırlar...
Toplum zaten buna teşne; elinde kırmızı pankart taşıyan protestocuya PKK’lı demek en kolay müdafaa, soyutlama yöntemi. Kahvehane ahalisi çok sever bu yaftalamayı. Lakin Türkiye gündemine oturan bir eylem ile ilgili koskoca ülkenin koskoca bakanı bunu dillendirebiliyorsa, bu cüreti kendisinde bulabiliyor, açıklamalarında mesnet zorunluluğu görmüyorsa, artık izahın da izanın da yapacağı şey kalmamış demektir. Devlet Bakanımız Hayati Yazıcı Tekel eylemlerinde PKK parmağı olduğunu söylemiş. “İşe...
buraya bakarlar

“Karanlıktan korkan bir çocuk masumluğuyla mutluluktan korkarsın. Sen busun…” İltifat mıydı bu, yoksa aşağılıyor muydu beni? O anda aklından ne geçiyordu? Sormadım. Soramazdım çünkü. Bambaşka şeyler vardı aklımda konuşacak. Neredeyse bir yıl oluyordu onu görmeyeli. Özlemiştim. Çok özlemiştim. Hep yanıbaşınızda olmasını istediğiniz insanlar vardır ya hayatınızda, hani hayatınızdaki mihenk taşlarından birisi olarak gördüğünüz… “Hayatım bir şekilde onunkiyle...
Tekel işçilerine destek amacıyla başlatılan 4 Şubat Genel Grevi’ne destek vermek amacıyla siteye erişimi bir gün durdurduk. Hiçbir amaca hizmet etmediğini, kendi çapımızda çalıp oynadığımızı düşünüyor olabilirsiniz, evet; biz de öyle düşünüyoruz… Ancak ataletin ilk ve değişmez vatandaşlık şartı olduğu ülkemizde ekmeği için direnenlerin yanında olduğumuzu gösterelim, tarafımızı belli edelim derdindeyiz. Yoksa neden küçük bir karınca su taşısın Hüseyin’e?! Ne kadar manasız değil...
Sene 2004 mü, 2005 mi bilmiyorum. Tek bildiğim alabildiğine basketbolla dolu dolu yıllar olduğu… Fenerbahçe‘nin hem lig, hem de haftaiçi oynadığı Avrupa Kupası maçları için İpekçi’ye yollanıyoruz. Müdavim denir ya, işte oyuz artık. Fenerbasket.com da ya yeni çıkmıştır ya da çıkmak üzeredir. Zira Avcılar’dan İpekçi’ye giderken sıklıkla kullandığımız Avcılar-Topkapı ve Topkapı-Zeytinburnu minibüslerinde bir Avrupa Kupası maçı dönüşü yoğrulmuştu fikri. Avrupa maçları...
“Sana da yazmayalı epey oldu be günlük!” diyordu ortaokullu bir genç uzak bir coğrafyada… Ben mi? Yok canım, şimdi elle, kodla yarattığımız bir internet sitesine 3-5 gün yazmadık diye pişmanlık mı duyalım? Duyalım tabii, eşşoğlusu! Yazmıyoruz etmiyoruz ama, neler neler yaşıyoruz bir bilsen be günlük! (Haha, bak hala!) Hacı ben şimdi sigarayı bırakmış ve neredeyse bir aydan beri içmeyen birisi olarak abur cubura verdim kendimi. Eti Hoşbeş, Crunch çikolatalı gofret, tuzlu fıstık yemediğim...
Sezen Aksu şarkıyı, şarkıda bahsettiği Üzgünüm Leyla‘nın (Dertliyim Ruhuma Hicranını) sahibi Sadettin Kaynak üstada ithaf etmiş, yorumlamak da Cihan Okan‘a düşmüş… Vizontele’de Nazmi Doğan’a sorar gibi soruyorum; Rumeli Kavağı çok uzak mıdır? Not: 03:33-04:03 arasını dinlemeden önce doktorunuza başvurunuz. biter mi dert bitmez hadi kalk yürü rumeli kavağı’na dertleşelim dökelim içimizi balıkçıların ağına gün batımı kızıla boyarken gece yar gibi girsin...
dağ gibi karayağız birer delikanlıydık, babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. ecelsiz öldürüldük dövüldük, vurulduk, asıldık. vurulduk ey halkım, unutma bizi… yoksullugun bükemedigi bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı. işkence hücrelerinde sabahladık kaç kez...
Son Mudahaleler