Düşme hissinin ilk nasıl bir şey olduğunu ilkokul yıllarında anlamıştım. Kötüydü. Midede burkulmalara neden olan sıkıntı, gerginlik, korku. Sınıftan bir kaç arkadaşla birlikte yeni yapılmakta olan otelin avlusuna yığılmış vaziyette bırakılan inşaat kumuna 7-8m atlamak ne kadar eğlenceliydi demiycem elbette. Çünkü benim için değildi kesinlikle. Sadece “Oğlum erkek adam atlar”, “Ya sen bizden değil misin? Tarzı cümlelerdi beni o boşluğa kendimi bırakmaya iten.
Çocukken ilk okunan kitabın insanların kaderlerini belirlediğine ilişkin, hiç bilimsel olmayan ama derinden güvendiğim bir kanaatim var. Hatta insanların, aslında ilk okudukları kitapların izlerini, hayallerini, güzergâhlarını ömürleri boyunca takip ettiğini, hiç farkında olmasalar bile bütün hayatlarını o ilk kitaplara göre biçimlendirdiklerini düşünürüm hep. Karşılaşmaların, yakınlaşmaların “doğruluğunun” (!) bu kitaplar üzerinden sağlamasının yapılabileceğine bile inanırım...
Ülkemiz gençlerinin buhranlarına yıllardır ‘yurtdışına kapağı at da gerisini geç’ diyerekten kurtulma yolu öneriliyordu. Ve ilk kaçış noktası olarak ta Amerika gösteriliyordu. Orada ne yapacakları sorulduğunda ‘En azından pompacılık yaparsın’ gibisinden bir cevapla bütün sorunlar giderilmiş olunurdu.
Bu konuyu biraz düşününce Amerika ile pompacılık arasında ilginç bir bağlantı var.
Şehir hattı gemilerinin yönetimini tecrübeli denizcilerin elinden alıp kadrolaşmak için tecrübesiz insanların eline verirlerse DENİZDE FACİAYA DAVET ÇIKARIRLAR.
Yakın geçmişte yaşadığımız tren facialarını deniz ulaşımında yaşamak istemiyoruz .
Istanbul halkı tecrübeli gemicilerin çalıştığı gemilerini istiyor.
Dikkat! Aşağıdaki telefon numaralarina tepkilerinizi bildirebilirsiniz:
Istanbul Büyükşehir Belediyesi
Tel:02124494000
Fax:02124552700
Türkiye Denizciler Sendikası
Hayatın girdaplarından bir an olsun çıkıp alkolün girdabına dalacağız Siktir ol git 2004 diyerekten.. Kan, terör, savaş, irtica, satılmış medya, yozlaşmış tv’ler.. 2005 sen de böyleysen eğer tornistan etmenin tam sırasıdır..
Umutlu olmak istiyoruz.. Gelecek için, barış için.. Herkesin yeni yılı huzurlu geçsin.. Şerefe dostlar..
Beleşçiliğin püf noktaları..Nasıl beleşçi olunur ? Yoksa olunmaz doğulur mu ? Her yiğidin harcı mıdır ? Bu yazı dizisi hayata beleşçilik penceresinden bakan bir faninin klavyesiyle yazılmaktadır..Yalnız öncelikle şunu söyleyeyim..Bu dünyaya girmek için önce vicdanınızı, ahlaki duygularınızı vestiyere bırakırsanız sevinirim..Burası beleş dünya burda etik yok..
Türkiye sanırım çizgi filmle bizim kuşakta tanıştı. Yani genel anlamda, kitlelere yayılması bizim kuşakta oldu.
Televizyonun tek kanal olduğu dönemleri hayal meyal hatırlıyorum. Sadece TRT-1 vardı. Bir de Voltran izlediğimizi hatırlıyorum. Hayatımızda görmediğimiz bir hayal dünyasının içinde bulmuştuk kendimizi. Düşünsenize, hayatında ilk kez çizgi film gören kaç çocuk, aklına çizgi romanları getirip “Şerefsizim aklima gelmişti benim!” dememiştir ki!
Boğazın iki yakasının yıllardır buluştuğu bir randevudur Fenerbahçe – Galatasaray maçları .. Sarı bir zemin üzerinde Kırmızı ve Lacivert noktalar ve bu noktalarda hayatın anlamını arayan milyonlarca futbol sevdalısı… Ağlatan, güldüren, sarsan, şaşırtan bir futbol bayramı… Dünyada siyasal, etnik, dinsel temellere dayanmayan ender kanlı canlı derbilerden birisi. Ve ortada hiçbir sebep yokken birbirine bu kadar zıt iki kulüp… Bu sebeble dünyanın en büyük derbisi değilse...
Son Mudahaleler