İt’tiler…

Her Pazar akşamı televizyon karşısına geçip, bilet kuyruğunda, maça giriş ve çıkışlarda, tribünde yaşanan taşkınlıklarda çevik kuvvetin müdahalesini “Hakketmiştir onlar !” diyerek izleyen Türk Halkı ve bunu izleten Türk medyası bir gerçeği hep unutmuştu… Bir bilet kuyruğunda sıraya girmeyen veya çizgiyi geçen adamlar, çocuklar, gençler, stadyum kapılarının sayısı yetersiz diye itişip kakışıp çıkmaya çalışan taraftarlar polisin copunu ne kadar hak ediyordu ? Veya etrafı LÜTFEN’lerle...

Fethullah Gülen vs Cumhuriyet

Geçtiğimiz günlerde Yargıtay Ceza Genel Kurulu laikliğin Türkiye’de vazgeçilmez, reddedilemez ve zayıflatılmaz temel bir kavram haline geldiğini belirterek, bu değeri korumak için herhangi bir cezai yaptırıma ihtiyaç olmadığına karar vermişti. Bu karar yazılı ve görsel medyada, ülkem kahvehanelerinde epeyce yer bulmuş, tartışılmıştı.. Sonra da her önemli haber gibi toplumumuzun genelinin hafızasından silinmiş, yerini gelincilere kaynanacılara, yani ortalama Türk vatandaşının kalbinin...

Geliriz yine değil mi baba?

“Hayatım Futbol” adından da anlaşıldığı gibi hayatını futbol üzerine kuranların, hayatını futbol üzerine kuranlar için hazırladığı bir dergi. Nacizane kendilerin, tebrik ederken, uzun soluklu bir yayın diliyor; en kısa zamanda kağıt kokusuna kavuşmasını umut ediyoruz.. Aşağıda da Elif Karadayı’nın küçük bir çocuğun futbol stadına olan özlemini anlattığı yazısı.. Okunası..

Hangi günün sabahı bu uyandığım?

Hangi günün sabahı bu uyandığım? “Uzun uzun susacağız şimdi, gözlerimiz konuşacak. Bırak heyecanlanalım, kim karışır.. Tutuyor musun kendini bana? Aç yelkenini, kayalım okyanuslardan. Kıtalar harcayalım, canımızı acıtalım.. Yeniden bir olalım..” Düşmüş, uyandım… Günaydın..Büyük anlamlar yüklediğimiz, gözümüzde büyüttüğümüz aslında, yaşadığımız, yaşamak istediğimiz sevgiler, aşklar, dostluklar nedense hep kalp kırıklığı oluyor sonunda. Hata istemek de ise nasıl öğrenilir adım...

Kimin için ağlıyoruz?

Bir alışveriş merkezi medyanın post-modern gelinlerinden Sinem’i çağırmış .. Medyanın diyorum; çünkü böyle bir yaratığı Türk halkının benimsemesi mümkün gelmiyor bana.. Post-modern diyorum; çünkü babaannem böyle gelin olmamıştı, annem de.. Neyse ev hanımı bakışlı, gayet teyzem duruşlu bir kadın kapmış mikrofonu önünde Sinem var.. Diyor ki teyzem “Buraya Semra Hanım da geldi.. bilerek pazar günü geldi.. çünkü kimsenin işi yok, kalabalık olur diye.. Ama bak sen haftaiçi iş saati...

Pazara gidelim

Pazara gidelim bir tavuk alalım
Pazara gidip bir tavuk alıp napalım
Gıt gıt gıdak gıt gıt gıdak diyelim
Hapur hupur hapur hupur yiyelim.

Pazara gidelim bir kedi alalım
Pazara gidip bir kedi alıp napalım
Miyav miyav miyav miyav diyelim
Hapur hupur hapur hupur yemeyelim.

Üniversitemden insan manzaraları

Bilmiyorum devlet üniversitelerinde durum nasıl. Ama (maalesef ki) bir vakıf üniversitesinde okuduğumdan (aslında daha doğrusu süründüğümden) kendi üniversitemde gördüğüm insanlar hakkında bir yargılamaya girebilirim. Sonuna yaklaştığım bu süreç boyunca o kadar değişik tipler gördüm ki, artık üniversitemin (ve de haliyle yanlış olmayacağını tahmin ederek) diğer özel üniversitelerin öğrenci profili hakkında biraz bilgi vereyim. Her ne kadar filozof “Bu da dahil bütün genellemeler yanlıştır...

Elektrikler kesikken döndüğü o gece

Mehmet Demir karalamış; Döndüğü, elektrikler kesikken döndüğü o gece, evin her yanında mumlar yanarken, elinde bir kadehle, mumlar yanarken, içinde bir tek karanfille, kadeh elinde, onun döndüğü gece gözlerini kaçırmıştı, o döndüğü gece, elinde kadehle, kara, kapkara mantosu vardı üzerinde.. Önce ayakkabısını çıkardı sonra mantosunu anahtarını masanın üzerine bıraktı. kapkara saçlarını iki yana salladı, dağıttı, o saçları okşamak istedi o an, okşayamadı, kadehe baktı; mum ışığında...