Dönüşüm Yılları
Yazının başlığını bir kitaptan esinlenerek yazdım. Altan Öymen’in “Değişim Yılları” adlı kitabından. (Herkese tavsiye ederim bu kitabı ve sonrasında çıkardığı “Öfkeli Yıllar” ve hatta öncesinde çıkardığı “Bir önem Bir Çocuk” adlı kitaplarını. O dönemleri oldukça sade ve detaylara boğmayan şekliyle yazıvermiş Öymen)
Kitabın adından esinlenmiştim dedim ya, günümüz Türkiyesi’nde yaşanan olayları aslında bu “dönüşüm” kelimesi karşılıyor. Tabi ki bu kelimeden çok daha iyi olanları vardır, aramızda bunu ortaya koyacak arkadaşlar da vardır. Bu kelime de benim naçizane denemem. Belki bir hipotez oluşturacağım, belki de kafamın içindeki soruları daha da geliştireceğim. Başlayalım bakalım.
Bildiğiniz üzere Cumhuriyet 1923 yılında kuruldu. Fakat bu bir gelişim modeliydi. Öyle bir anda gökten zembille inmedi. Gökten zembille inmediği gibi dirayetli kurucusu olmasaydı farklı bir meşrutiyet senaryosu olma ihtimali kuvvetliydi. İnsanoğlu kabaca mutlakiyet-meşrutiyet-cumhuriyet aşamalarını geçerek bugünkü modern devletler düzeyine ulaştı. Hala gelenekçi devletler de var, yok değil elbette. Ülkemiz özeline dönersek bu dönüşüm süreci aşılması gereken birtakım zorluklar içermekteydi. Çok kültürlü, çok dilli, çok etnisiteli bir yapıdan tekçi bir devlete, yani Ulus Devlet‘e dönüşüm hiç de kolay değildi. Ama birtakım tarihi zorunluluklar, savaşlar ve göçler bu dönüşümü hızlandırdı. Radikal kararlar, devrimci hegemonya ile birleşerek bir ölçüde başarılı oldu. Fakat dönüşüm sancıları giderilemedi. Hatta ilerleme tam hızıyla gitmesi gerekirken bir korumacılık içine girildi ve iç hesaplaşmalar devrimci hegemonyanın meşruluğunu sorgulanır hale getirdi. Ve bu sırada çıkan İkinci Dünya Savaşı ülkeyi koymuş olduğu hedeften oldukça uzağa taşıdı. Ama asıl darbe bu savaştan değil; savaş sonrasında başlayacak olan Soğuk Savaş sürecinden geldi. Ülke kendi ayakları üzerinde değil de başkasının yardımı ile ayakta durabileceğine inandı. Bir taraf seçmek gereğini hissetti ve seçti.
Bu süreci daha detaylı olarak analiz etmeyeceğim elbette, çünkü konumuz bu değil. Konumuz bu sürecin artık bitmiş olması. SSCB’nin dağılışı ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı yeni bir dünya’nın habercisi oldu. Soğuk Savaş bitmişti ve yeni bir dünya inşa ediliyordu. Bu yeni dünyada bize düşen rol ne olabilirdi? Her zaman girmek istediğimiz Avrupa Birliği mi, İran’la ve Rusya ile bir enerji birliği mi, Türkî Cumhuriyetlerle ortak bir devlet mi yoksa İslam ülkelerinin liderliğini üstlenmek mi?
Bu sorular uzun zamandır tartışılıyor. Tartışılmaktan öte soğuk savaş biçiminde devlet organları içinde gerçekleşmekte. Bu dönüşüm sancıları yeni bir dünya düzeninde Türkiye’nin yeri ile alakalı olsa gerek. Kısır bir iç hesaplaşma, basit bir devleti ele geçirme amacı içerdiğini düşünmüyorum. Arkasında çok daha büyük olayların yer aldığına inanıyorum. Bu inanış komplo teorileri şeklinde değil elbette. Bu savaştan galip çıkanın amacının ne olduğunu merak etmekteyim sadece. Kendime göre cevaplarım var ama net değiller.
Bu sebeplerden dünya coğrafyasında en çok siyasi çekişmenin yaşandığı ülkelerin başında geliyoruz. Bu alanda ilk 5’e rahat gireriz. Kimsenin bizim kadar sorunu olabilir mi bilemiyorum. Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, Demokratik açılım, AB’ye üyelik süreci, İran ile ikili ilişkiler, Irak’ta neler olacağı, Rusya ile enerji ortaklığı, BOP meselesi, İslam ülkeleri liderliği, Afrika açılımı, Güney Amerika ile ticari ilişkilerin gelişme sıkıntısı vs… İç meseleleri yazmadım bile gerisini siz hesaplayın.
Evet, artık ciddi bir Dönüşüm yaşıyor ülkemiz. Soğuk savaş sürecindeki gibi “vatan, millet, Sakarya” ile aşılabilecek(?) gibi değil problemlerimiz. Kalıcı çözümler üretebilme, özgür dünyada var olabilme mücadelesi vereceğimiz zamanlar gelmiş bulunmakta. Gazetelerin, televizyonların anlattıkları sadece fotoğrafın çok küçük bir parçası. Fotoğrafın asıl kendisi bu anlatılanların içinde. Bu fotoğrafı göremezsek hiçbir problemimizi çözebileceğimize inanmıyorum.
Böyle olacağını öngörmek çok zor değildi esasen… Lakin bu kadar şiddetli, bu kadar sınır tanımaz bir hırsla; bu kadar doymak bilmeyen bir açlıkla; bu kadar durdurulamaz, karşı koyulamaz bir motivasyonla olacağını tahmin etmek de o kadar kolay değildi.
Öylesine öğütler (2)
Kılavuzu karga olanlara…
Sana yol gösterenler kimdir biliyor musun?
Geçmişlerine dönük bilgi alıyor musun?
Verdikleri akılla yönü buluyor musun?
Bataklığa girmişsen onlara güven olmaz,
Rehberin karga ise burnun b….. kurtulmaz.
Kimler bunlarla abat, kimler berbat oldular?
Bunlar kimlerle içti, kimle namaz kıldılar?
Kimlere dost görünüp, sonra birden sildiler?
Bugün sana yağ çeken yarın selãmın almaz,
Rehberin karga ise burnun b….. kurtulmaz.
Bugün gücün yerinde, sende nema gördüler,
O nedenle çevreni böcek gibi sardılar,
Yalanarak yanına hemen postu serdiler.
İşler kötü giderse bunlar yanında kalmaz,
Rehberin karga ise burnun b….. kurtulmaz.
İktidar sende iken, elinde silah gibi,
Gazabınla överler, sanki bir ilãh gibi.
Şu sözleri unutma; ‘ah, tuh, vah, eyvah’ gibi,
Yarın kazık yiyince dilin arayıp bulmaz,
Rehberin karga ise burnun b….. kurtulmaz.
Bir daha gözden geçir sakin sakin durumu,
Kimlerle zora soktun yönettiğin kurumu.
Ellerine iyi bak, hortum mu var boru mu?
Sömürgenler utanmaz, cepleri kolay dolmaz,
Rehberin karga ise burnun b….. kurtulmaz.
Nevzat aylak öğütçü, rehber değil, unutma,
Keyif senin, sözünü ister tut, ister tutma.
Karga güvercin olur, dikkat et bunu yutma,
Tüyünü boyar bunlar, yıkasan bile solmaz,
Rehberin karga ise burnun b….. kurtulmaz.
Halk Ozanı Karamanlı Nevzat